Musa dedi ki: “Ey Firavun!
Gerçekten de ben Alemlerin Efendisinden bir elçiyim”
(7:104)
Dediler ki: “Melikin (hükümdarın) su tasını kaybettik…”
(12:72)
Mısır üzerinde yapılan araştırmalar, Firavunlar hakkında öğrenilenler, çözümlenen hiyeroglif yazıları; Kuran’ın, Hz. Musa’nın kıssalarında Mısır ve Firavun hakkındaki anlatımlarını desteklemekte, Kuran’ın anlatımlarındaki inceliğini ve tarihsel verilerle uyumunu ortaya koymaktadır. Kuran, Hz. Yusuf zamanındaki Mısır hükümdarından “Melik” diye bahseder. Melik Arapça hükümdar, kral demektir. Fakat Hz. Musa zamanındaki Mısır hükümdarı “Firavun” olarak anılır. Encyclopedia Britannica, Firavun kelimesinin kullanılışını şöyle anlatır: “Mısır dilinden per-a’o: büyük ev aslında eski Mısır’da sarayın adıydı. Ancak yeni krallıktan itibaren (18. hanedandan başlar: MÖ 1539-1292) 22. hanedana dek (MÖ 945-730) saygı ünvanı olarak kullanılmaya başlandı. Daha sonra evrimleşerek kralın ünvanı oldu. Ama daha önce hiç kullanılmadı.” Görüldüğü gibi Kuran’ın Hz. Musa zamanındaki Mısır hükümdarını “Firavun” diye tanıtırken, daha eski zamanda Hz. Yusuf dönemindeki Mısır hükümdarını “Melik” diye tanıtmasında da bir incelik vardır.
Yine Britannica’da Firavun şöyle tanıtılır: “Firavun, tanrısal statüsü yanında sihir gücünü de barındırıyordu. Tacındaki yılan düşmanlarına ateş atardı, savaş alanında binlerce düşmanını alt etmeyi becerirdi. Ona, her şeye gücü yeten, her şeyi bilen, doğayı kontrol eden ve verimliliğin sebebi bir tanrı olarak inanılırdı.” Britannica’nın açıklamalarının en önemli kaynağı hiyerogliflerden elde edilen bilgilerdir. Oysa hiyerogliflerin MÖ. 3. yy’dan beri unutulmuş oldukları ve çok sonra ortaya çıkarıldıkları unutulmamalıdır. Yani Kuran’ın inişinden 1000 yıl kadar önce unutulan hiyeroglifler, Kuran’ın inişinden 1000 yıldan çok bir zaman sonra keşfedilip, çözümlenmiştir. Kuran, Firavun ile Hz. Musa arasında geçenleri uzun uzadıya Tevrat’ın da, İncil’in de içermediği detaylarla anlatmıştır. Yılanlarla ilgili anlatım, o dönemdeki büyücülüğe dikkat çekilmesi, Firavun’un tanrılığını ilan etmesi, hep Firavunlar hakkında hiyerogliflerden elde edilen bilgilerle uyumludur.
IPUWER PAPİRÜS’Ü KURAN’IN AYETLERİNİ ONAYLIYOR
19. yüzyılın başında Orta Krallık devrinden kalma bir papirüs Mısır’da bulundu. Daha sonra Leiden Hollanda Müzesi’ne götürülüp A. H. Gordiner tarafından 1909’da çevrildi. Tüm Papirüs “Admonitions of an Egyptian from a heiratic papyrus in Leiden” adlı kitapta bulunabilir. Papirüs, Mısır’daki kıtlık, kuraklık gibi felaketleri ve Mısır’dan kölelerin (İsrailoğullarına karşılık geldiğini sanıyoruz) kaçışını anlatmaktadır. Papirüsün yazarı Ipuwer’in, olayların tanığı olduğu anlaşılmaktadır. Papirüs numaralarıyla birkaç alıntıyı Kuran ayetleriyle karşılaştıralım. Ipuwer Papirüsü-Leidon 344: 10: 3-6 Mısır’ın aşağısı mahvoldu. Tüm saray işsiz kaldı. Sahip olunan her şey: buğday ve arpa, kazlar ve balıklar 6-3 Böylece ekin her yerde mahvoldu. 2:10 Nehir kana bulandı 2: 5-6 Felaketler heryeri sardı. Heryer kana bulandı. 3: 2 Altın ve lapis, lazuli, gümüş ve malachite, carnelian ve bronz… hepsi kölelerin boyunlarında. Kuran-ı Kerim:
Firavun hanedanını öğüt alsınlar diye yıllarca kuraklık ve ürün kıtlığına mahkum ettik. (7:130)
Üzerlerine tufan, çekirge, haşerat, kurbağa ve kan gibi ayrı ayrı deliller gönderdik. Yine de kibirlendiler ve günahkar bir topluluk oldular. (7:133)
Bunun üzerine biz onları bahçelerinden, pınarlarından çıkardık. (26:57) Hazinelerinden, yüksek makamlardan da (26:58) İşte böyle; bunlara İsrailoğullarını mirasçı yaptık. (26:59)
Ayetlerde Firavun’un ve çevresinin, kıtlık ve diğer felaketlerle cezalandırıldıklarının açıklanmasıyla Ipuwer Papirüs’unun anlatımları uyum içindedir. Kuran, Firavun hanedanına, Hz. Musa’yı inkârlarının yanlış olduğunun delili olarak; kanın bir bela olarak gönderildiğini söyler (Haşeratın, çekirgelerin çoğalması ve benzeri için de aynı şey söylenir). Ipuwer Papirüsü’nde de nehirlerin ve her yerin kana bulandığı anlatılır. Bu güne dek yapılan araştırmalar sonucu nehirlere kana bulanmış görüntüsündeki kırmızılığı protozoaların, zooplanktonların, tatlı ve tuzlu su planktonlarının veya dinoflagellatesların sebep olabileceği anlaşılmıştır. Tüm bunlar suyun oksijenini yok ederek canlılar için zehir etkisi taşıyan toksinlerin üremesine sebep olacaklarından, nehir sularının kullanılamamasına ve nehirlerdeki canlılığın yok olmasına da sebep olurlar. Konunun araştırmacıları Kuran’ın anlattığı felaketlerin oluşumu için şöyle bir senaryoyu olası görmektedirler: “Nil nehri zehirlenince balıklar ölür ve Mısırlılar önemli bir gıda maddesinden yoksun kalırlar. Bu sırada yumurtaları balıklar tarafından tüketilmeyen kurbağalar da aşırı oranda üreyerek etrafı istila ederler, ancak daha sonra onlar da zehirlenerek ölürler. Balıkların ve kurbağaların ölümü, Nil’in zehiri ile birlikte verimli toprakları da zehirler. Kurbağa neslinin tükenmesi ise, çekirge ve buğday güveleri gibi böceklerin aşırı üremesine sebep olur.” Bu anlatımlar elbette hayali bir senaryodur. Kuran’ın anlatımlarının bu şekilde oluşup oluşmadığını bilmiyoruz, buna dair delillerimiz mevcut değildir. Fakat bu hayali senaryo Kuran’ın anlattığı olayların nasıl olacağına dair zihnimizde bir pencere açabilir. Ipuwer Papirüs’u her durumda Kuran’ın bahsettiği kan belasının, kıtlığın, birçok felaketin Firavun hanedanına isabet ettiğini, Firavun hanedanının köle olarak gördüğü bazı insanların, daha sonra onların sahip olduklarına mirasçı olduklarını ortaya koymaktadır ki tüm bunlar alıntıladığımız Kuran ayetlerinden de anlaşılacağı gibi Kuran’da mevcuttur.
FİRAVUN’UN CESEDİ: ÇOĞUNLUĞUN HABERSİZ OLDUĞU DELİL
Ve İsrailoğullarını denizden geçirdik. Firavun ve ordusu ise azgınlıkla ve düşmanlıkla peşlerine düştü. Boğulmak üzereyken: “İsrailoğullarının inandığından başka tanrı olmadığına inandım, ben de müslümanlardanım.” dedi.(10:90) Şimdi mi? Daha önce isyan etmiş ve bozgunculardan olmuştun.(10:91) Bugün senin bedenini kurtaracağız ki senden sonrakilere bir delil olsun. Gerçekten insanların çoğunluğu delillerimizden habersizdirler.(10:92)
Firavun öleceğini kesin olarak anlayınca inandığını, müslüman olduğunu söylemektedir. (Kuran’da Allah’ın indirdiği tüm Peygamberlerin müslümanlığı anlattığı söylenir. Türkçedeki “Müslümanlık” kelimesi yanlış bir şekilde sadece Peygamberimize uyanlar ile sınırlanmıştır) Fakat Allah, öleceğini kesin olarak anlayan Firavun’un bu inancını kabule değer bulmamaktadır. Bununla birlikte, Allah, Firavun’un cesedinin daha sonradan gelen insanlara bir delil olsun diye bozulmadan saklanacağını söylemektedir. Peygamberimiz’in döneminde, hatta ilerleyen asırlarda müzecilik diye bir zihniyetin gelişeceğinin, binlerce yıllık bozulmamış insan cesetlerinin, hem de firavunlarınkilerin bulunacağının tahmin edilmesine imkan yoktur. Kuran’ın hem bu ifadesi bir mucize oluşturmaktadır, hem de bu ifadeyle beraber Kuran’ın bu açık mucizelerine rağmen insanların çoğunun bunlardan habersiz olduğunun vurgulanması önemlidir. Gözümüzle gördüğümüz bu tablo gerçek değil mi? Gerçekten Allah’ın delilleri çoktur, gerçekten de insanların çoğunluğu bunlardan habersizdir. Kuran’ın geldiği dönemde, Nil nehrinin kıyısındaki Krallar Vadisi’nde bütün firavunların cesetleri mumyalanmış bir şekilde saklı bulunuyordu. Bu cesetler, günümüzde müzeciliğin en değerli parçaları olarak saklanmaktadır. Bu mumyaların keşfedilmesi ancak 19. yüzyılda mümkün oldu. Kuran’da bahsedilen Firavun’un hangisi olduğu tartışılabilir ama bu Firavun hangisi olursa olsun, bugün Kahire Müzesi’ndeki Kral Mumyaları Salonu’ndadır ve ziyaretçilere açıktır. (Hz. Musa’nın yaşadığı tahmin edilen döneme daha çok II. Ramses veya onun oğlu Merneptah uymaktadır. Merneptah’ın vücudunda öldürücü darbelerin izi vardır. Bu darbelerin, bu Firavun’un denizde boğulması sırasında oluştuğu, bu Firavun denizde boğulduktan sonra, kıyıya vuran cesedini Mısırlılar’ın diğer Firavunlar’ına yaptıkları gibi mumyaladıkları tahmin edilmektedir. Elimizdeki tarihsel veriler bu Firavun’un nasıl öldüğünü söylemeye yetmez. Fakat Kuran’da bahsedilen Firavun’un ölümü ile bu cesedin arasında bir çelişki de tespit edilememiştir.)
Krallar Vadisi’nde firavunların cesetleri 3000 yıllık istirahatlerinden sonra keşfedildi (1881 ve 1898 yıllarında). Kuran, Firavun’un cesedinin delil olacağını söylediğine göre bu cesedin bulunması gerekmez miydi? Gerekirdi… Peki ne oldu? Her zamanki gibi, gereken yine oldu… Cesed bulundu… Tam 3000 yıllık uykunun ardından… Peki, Kuran’ın “İnsanların çoğu delillerimizden habersizdirler” öngörüsü ne oldu? Bunu da hem bu konuda, hem diğer konularda etrafınıza sorular sorarak siz test edin… Acaba insanların çoğu Allah’ın delillerinden ne kadar haberdar?