Allah’ın gökten bir su indirdiğini ve onu topraktaki kaynaklara geçirdiğini görmüyor musun? (39:21)
Kuran’da geçen, suların yağışıyla ve suların hayatımızdaki yeriyle ilgili ayetler bize dosdoğru fikirler vermektedir. Tarihin başka bir döneminde yaşasaydık bu bilgileri bu kadar rahat kavrayamayabilirdik. Günümüzde suların Dünya’daki çevriminin nasıl işlediği detaylı bir şekilde ortaya konduğu için, Kuran ayetlerindeki sular ile ilgili bilgileri rahatlıkla anlıyoruz. Sular hakkındaki eski bilgileri ve Kuran’ın ayetlerini karşılaştırdığımız zaman, Kuran’ın eski dönemin yanlış bilgilerini içermeksizin -her konuda olduğu gibi- sular konusunda da en doğru bilgileri sunduğunu anlıyoruz.
Örnek olarak Kuran’ın, yeraltı sularının yağmurlar sonucunda oluştuğunu söyleyen ayetini (39-Zümer Suresi-21) ele alalım. Gerçekten de bize apaçık gelen bu bilgi acaba her dönemde bu kadar açıkça bilinir miydi? Encyclopedia Universalis’in “Sular Bilgisi” maddesini yazan iki uzman G.Castany ve B.Blavoux’un verdiği bilgileri okuyunca herhalde şaşıracağız: “Miletli Thales’e göre kara parçalarının derinliklerinde esen rüzgarların basıncıyla havaya fışkıran okyanus suyu yerlere düşmekte, böylece toprağın içine geçmekteydi. Platon da bu görüşleri paylaşıyor ve okyanusa geri dönüşün de büyük bir girdap vasıtasıyla olduğunu düşünüyordu. Aristo ise, yerden yükselen su buharı, dağların soğuk çukurlarında yoğunlaşarak yeraltı göllerini meydana getirir, kaynaksuları da bu göllerden beslenir görüşündeydi. Suyun daimi devrine ilişkin ilk belirgin keşif 1580 yılında Bernard Palissy’e ait olacaktır. Ona göre yeraltı suları yağmurun toprağa sızmasından ileri gelmektedir.”
Ortaçağ’a hakim olan görüş Aristo’nunkidir. Bu yanlış görüşe göre yeraltı gölleri, su kaynaklarını beslemektedir. Encyclopedia Universalis’in “Sular Bilgisi” maddesinin diğer bir yazarı R.Remenieras ise şu bilgileri vermektedir: “Sulara ilişkin tabiat olayları alanında sırf felsefi olan kavramların, yerlerini tarafsız gözleme dayalı araştırmalara bırakmaları için ancak Rönesans’ı beklemeleri gerekti. Rönesans döneminde Leonard de Vinci(1452-1519) Aristo’nun iddialarına karşı çıkar. ‘Suların ve gerek doğal, gerek yapay pınarların özelliklerine dair çok güzel konuşmalar (Paris 1570)’ adlı eserinde Bernard Palissy suyun daimi devrinin ve özellikle su kaynaklarının yağmurla beslenmesinin gerçek bir açıklamasını yapar.”
Kuran’da 7. asırda açıkça söylenen yağmurların yeraltı kaynaklarını oluşturduğu bilgisi Avrupa’da 16.yüzyılda ortaya konuyor ve Aristo’ya itiraz ediliyordu. Daha önce Thales, Platon, Aristo gibi felsefenin en ünlü simaları sular ile ilgili yaptıkları açıklamalarda yanılmışlardı. Oysa felsefede de, bilimsel araştırmalarda da hiçbir iddiası olmayan, sadece Allah’ın vahyini insanlara duyurduğunu söyleyen çölün Muhammed’i yine yanılmamıştı, yine doğru bilgiyi hiçbir yanlışla karıştırmadan ortaya koymuştu.
De ki: Ben ancak Rabbim’den bana vahyedilene uyuyorum. Bunlar Rabbiniz’den olan aydınlatmalardır. İnanan bir toplum için doğruya iletilme ve rahmettir. (7:203)
YAĞMUR SUYUNUN TATLI OLMASI
İçmekte olduğunuz suyu gördünüz mü? (56:68)
Onu buluttan siz mi indiriyorsunuz, biz mi? (56:69)
Eğer dileseydik onu tuzlu yapardık. Şükretmeniz gerekmiyor mu? (56:70)
Allah suyun çevrimiyle ilgili her türlü detayı en mükemmel şekilde planlamıştır. Fizik kuralları ve suyun kimyası Allah’ın düzeninin ince planlarını ortaya koymaktadır. Yukarıdaki ayette dikkat çekilen, yağmur suyunun tuzlu olmaması da Allah’ın harika planı sonucunda olmaktadır. Yağmurun kaynağının suların buharlaşması olduğunu gördük. Buharlaşan suyun %90’ından fazlası tuzlu suya sahip okyanuslardan, denizlerden olmaktadır. Suyun buharlaşması ile ilgili kanunlar öyle ayarlanmıştır ki su, en pis denizlerden, en tuzlu okyanuslardan, en çamurlu sulardan dahi buharlaşırken pislikten, tuzdan, çamurdan arınır. Bu yüzden okyanusların, denizlerin sularını içemiyoruz ama buralardan buharlaşan suyun yağmur olarak yağması sonucunda oluşan kaynaklardaki suyu içebiliyoruz. Kuran’da suyun temizlenip gökten yağma işlemine dikkat çekilmiş ve “Gökten tertemiz su indirdik”(25-Furkan suresi 48) denmiştir. Kuran’da suyun Dünya’nın oluşumunda sonradan ortaya çıktığı söylenmektedir. Ayet şöyledir:
Ondan suyunu ve otlağını çıkardı. (79:31)
Kuran’ın indiği dönemde Dünya’nın yaratılışındaki ilk aşamalar bilinmiyordu. Bu yüzden suyun yeryüzünün üstüne çıkışının Dünya’nın yaratılışında sonraki bir aşama olduğunun söylenmesi de mucizedir. Dünyamız ilk zamanlarında çok sıcaktı. Yavaşça soğuyan Dünya’mızda demir gibi ağır elementler merkeze çökerken granit ve oksitler yukarılarda kaldı. Soğumanın sürmesiyle yeryüzünün üstünde ince bir tabaka oluştu. Yerin yüzeyi soğuyup 100°C’nin altına inince yeryüzünün içindeki su yüzeye çıktı ve okyanuslar, denizler oluştu.
SUYUN ÖZELLİKLERİ
Suların yeryüzündeki oranı da bizim için çok önemlidir. Eğer karalar denizlerden daha çok yer kaplasaydı, gece ile gündüz arası sıcaklık farkları artacaktı ve yeryüzündeki yaşam alanlarının önemli bir bölümü çöle dönüşecekti. Yeryüzünün %70’inden fazlasının sulardan oluşması da bilinçli bir düzenlemenin ürünüdür.
Su kimyasal reaksiyonlara girerken bazı asitler gibi parçalayıcı özellik gösterseydi veya argon gibi hiçbir reaksiyona girmeseydi gerek Evren’de, gerekse vücudumuzda görevlerini yerine getiremezdi. Suyun reaksiyonlardaki aktifliği tam da yaşamımız için uygun olacak şekildedir.
Yaşam için çok özel olan su için kimyasal kurallar da çok özel olarak işletilmektedir. Bilinen tüm maddeler ister katı, ister sıvı olsunlar soğudukça büzüşürler. Her maddenin katı hali sıvısından daha az hacimli ve daha yoğun olmaktadır. Oysa su bilinen tüm sıvılardan farklı özellikte yaratılmıştır. Su +4 dereceye düşene kadar diğer maddelerle aynı özelliği göstererek büzüşür. Fakat +4 derecenin altına doğru inmeye başladıkça, Evren’de bilinen tüm maddeler arasında istisna oluşturarak genleşmeye başlar (Yani suyun hacmi artar). Su donduğunda daha da genleşmiş olur. Bu yüzden donmuş su (buz), suyun içinde dibe batmadan yüzer. Oysa bilinen tüm maddelerde durum tam tersinedir, tüm maddelerin katı hali, sıvı hallerinin içinde dibe batar. Su için istisnai olarak işletilen kimya kuralları sayesinde denizlerdeki yaşam mümkün olmaktadır. Eğer buzun yoğunluğu suyun yoğunluğundan fazla olsaydı okyanuslarda, göllerde ve denizlerde soğuk havalarda donan su, buz olarak dibe batacaktı. Yüzey kısmında soğuğu kesecek bir buz tabakası olmadığı için donma yukarıya doğru sürecekti. Eğer böyle olsaydı okyanusların, denizlerin ve göllerin dibi buz dağlarına dönüşür, havalar ısındıkça bu suların ancak yüzeylerinin bir kısmı suya dönüşebilirdi. Bu ise denizlerdeki yaşamın sona ermesi demekti.
EN ZAYIF NOKTASI KADAR SAĞLAM ZİNCİR
Suyun diğer kimyasal özellikleri de yaşamı mümkün kılacak şekilde yaratılmıştır. Bitkilerin toprağın dibindeki suyu en üst noktalarına kadar taşımaları(özellikle ağaçlarda bu mesafenin metrelerce olduğunu hatırlayalım) suyun kimyasal özellikleri sayesindedir. Suyun yüzey gerilimi, birçok sıvınınki gibi düşük seviyede olsaydı bitkilerin suyu emmesi mümkün olmazdı. Bitkilerin suyu emmesi mümkün olmasaydı ise ne bitkiler ne hayvanlar, ne de biz var olabilirdik.
Kitabımızda yaşam için olmazsa olmaz şart olan birçok yaratılışa dikkatleri çektik. İlk atomun patlama hızının çok ince ayarından Güneş’ten uzaklığımıza, Atmosfer’den Van Allen Kuşaklarına, yeryüzündeki ısıdan yeraltı tabakalarına kadar binlerce yaratılıştan herhangi birindeki küçük farklılık bile yaşamın var olmasını imkansız kılacak niteliktedir. Yaşamımız adeta binlerce halkası olan bir zincir gibi oluşumlara bağlıdır. Zincirin her halkası çok kompleks ve çok mükemmeldir. Bu zincir ancak en zayıf halkası kadar sağlamdır. Örneğin Evren’de var olan her şey yaşamı mümkün kılacak şekilde tıkır tıkır işlese, sadece suyun gerilimi gibi Evrensel planda çok sıradan gözüken bir nokta göz ardı edilse yaşamımız imkansızlaşır. Tüm bunlar Yaratıcımızın her şeyi nasıl planladığının, her an her şeyden nasıl haberdar olduğunun, her şeyin O’nun kontrolünde olduğunun delilleridir.